Şiddet, İslam ve Batı...
Yazar-Akademisyen Vicken Cheterian, Paris saldırısı ve İslam kültürü ilişkisi atıflarını, islam savaş hukuku ve siyasal islam açılarından yazdı... Yazıda, önemli tespitler yer buluyor...
Vicken Cheterian - Agos
Paris saldırılarının suçlusu kim? Bazıları İslam’ı ve Müslümanları suçluyor. Bazıları da Müslüman uygarlığının özünde şiddete meyilli olduğunu söyleyerek ortaya Huntington-vari kavramlar atıyor.
Bu suçlamalar, en az teröristlerin saldırıları kadar rastgele yapılıyor. Ayrıca tarihsel olarak da yanlışlar. Kitlelere yönelik şiddetin tarihine bakarsak, insanlığa karşı suçların başka yerlerde işlendiğini görürüz: I. ve II. Dünya Savaşı, Stalin’in ‘gulag’ları ve Nazilerin toplama kampları, Kamboçya’daki soykırım ve Mao döneminde Çin’deki toplu cinayetler, Amerika kıtasındaki ve Belçika işgali altındaki Kongo’daki sömürgeleştirilmiş toplulukların öldürülmesi gibi şeyler Müslüman topluluklarından uzakta yaşandı. Hatta, Müslümanların yönetimi altında gerçekleşen tek büyük toplu cinayet olan Ermeni Soykırımı bile ateist olduklarını söyleyen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin işiydi.
Tarihsel olarak, İslam hukuku savaşa dair detaylı kurallar koydu. Sahabe olan Hz. Ebubekir’in meşhur 10 savaş kuralı şöyledir:
“Hainlik yapmayın ve doğru yoldan şaşmayın. Cesetleri tahrip etmeyin; kadınları, çocukları ve yaşlıları öldürmeyin. Meyve veren ağaçları kesmeyin. Yerleşim yerlerini yok etmeyin. Yemek için olmadığı sürece düşmanın koyunlarını, ineklerini ya da develerini kesmeyin… Muhtemelen hayatını keşişliğe adamış insanlarla karşılaşacaksınız; onları rahat bırakın.”
Bir din ve kültür olarak İslam, IŞİD’in ideolojisini ve suçlarını açıklamıyor.
Bunun tam tersi bir sav da duyabilirsiniz: Müslümanların şiddetle hiçbir alakası yoktur, o teröristler cemaatin dışındandır. Komplo teorisyenleri, IŞİD ya da El-Kaide’nin yabancı gizli servislerce yaratıldığını söyleyecek kadar ileri gidebilirler. Bir din olarak İslam’ın IŞİD’le pek alakası olmasa da siyasal İslam ve onun son on yıldaki radikalleşmesini ciddi ciddi tartışmak gerekiyor.
Siyasal İslam, 18. ve 19. yüzyıllarda ortaya çıktı; gazete gibi yeni araçlar iletişimi ve ortak bir İslam cemaati fikrini hayal etmeyi mümkün kıldı. Ayrıca, Müslüman devletlerin, özellikle de Osmanlı’nın zayıflamasına ve Avrupalı-Hıristiyan-modern devletlerin yükselişine bir tepkiydi. Avrupa devletleri, bilim, eğitim ve hukukun üstünlüğü konularındaki başarılarıyla hayranlık uyandırırken, bir yandan da sömürgeci ve yayılmacı imparatorluklar olarak korku da salıyorlardı.
Siyasal İslam’ın birçok farklı şekli oldu. Müslüman kurumlarının reforma ihtiyacı olduğunu savunanlar vardı. Cemaleddin Afgani gibi ilk panislamistler, Müslüman toplumlarının yaşadığı krizi çözmek için hem İslam’ın geçmişini hem de modern Avrupa modellerini inceledi. Onun öğrencileri, Müslüman birliğini ve Avrupa’nın rasyonelliğini İslam hukukuna ekleyerek yenilenmeyi sağlamaya çalıştı. Bu erken dönem selefi kuşağı için, Batı’da meydana gelen en iyi bilimsel ve siyasal gelişmeleri almakta hiçbir bir sorun yoktu; tıpkı Emevilerin ve Abbasilerin Yunan felsefesi ve biliminden çok şey almış olmaları gibi. İslam için bir çözüm bulmak amacıyla moderniteye yönelik başka tepkiler de vardı. En önemlisi, Batılı yöntemlerle yozlaştıkları gerekçesiyle Osmanlı hükümdarlığını reddeden Vahabilerin Arabistan’daki isyanıydı. Vahabilik, ilahi olan ile uygulamanın birliği dogmasıyla, dışarıdan gelen her türlü etkiyi reddeden, katı bir ideolojiydi.
Arap gönüllülerin Afganistan’daki Sovyet karşıtı savaşa katılmasından beri, siyasal İslam selefi cihatçılığına kayarak radikalleşiyordu. Sınırsız şiddete duyulan hayranlıkla birleşmiş, erken dönem Vahhabilerden ilham alan bir ideoloji bu. Cihatçılık belli ortamlarda, toplumun dağıldığı ve iç savaşlarla yaşadığı başarısız olmuş devletlerde gelişiyor; mesela Afganistan, Çeçenistan, Irak ve Suriye, cihatçıların türediği yerler oldu.
Ortadoğu’daki Arap ülkelerinin bir dizi yapısal sorunu var. Κöhne ekonomi modelleri, nüfusun hızla büyümesiyle birlikte bir işsiz genç yığını yarattı. Bu, 2011’deki patlamaya sebep olan temel çelişkiydi.
Geçmişte silahlı mücadele ideolojisi Leninizm’di. Bugünse radikalleşmiş gençleri mobilize etmek için cihatçıların kullandığı basit bir formül. Bir İslamcıya kalaşnikof verirseniz, ideolojisi El-Kaide’ninkinden farklı olur mu? 70’lerde İslamcıların sloganı şuydu: “Çözüm İslam’dır.” Bugünse İslam’ın problemin bir parçası olduğu çok açık. Cihatçılar sadece toplumlarındaki derin sosyal ve siyasal problemlere çözüm bulamamakla kalmıyor, ayrıca birlik sağlamayı da başaramıyorlar: bugün El-Kaide ve IŞİD Suriye’de birbirini öldürüyor.
Paris aynı zamanda Batı’nın da başarısızlığıdır. Bir sürü hedefi vuran bir saldırı, Fransız polisinin teröristleri durduracak gücünün olmadığını gösteriyor; hem de bir yılda ikinci kere. Ayrıca, binlerce kayba ve trilyonlarca masrafa sebep olan “teröre karşı savaşın”, Afganistan’a saldırının, Irak’ın işgalinin hiçbir işe yaramadığını da gösteriyor. Şimdi El-Kaide yerine IŞİD var ki bu daha şiddetli bir problem.
Paris (ya da Beyrut) saldırılarının suçunu İslam’a atmayın. Ama etrafımızı saran dehşeti değiştirmek istiyorsak, hesap sormalıyız.
* http://www.agos.com.tr/tr/yazi/13423/paris-teror-saldirilari-sucu-islama-atmayin