Bizi kim yönetiyor?


Cumartesi günü 'Balyoz'da masumiyet algısı ve cemaatin vebali' başlıklı bir yazı okudum... Çok önemli bir başlık... 
Yine çizelim manzarayı...
Anıtkabir'e ziyarete giden darbe girişimi davalarından tahliye edilen subaylar, komutanlar... İntihar eden ve vefat eden Albaylara kabir ziyareti... 
Yazının başlığı farklı bir büyük tehlikeyi işaret ediyordu... Ben ise bu konuda masumiyet algısının tehlikesinden korkmaktan öte bir yerden bakacağım...
 Kim mağdur kim darbeci bundan bahsetmiyorum. 
Darbe mağdurlarının hakları, darbecilerin suçlarının cezası, darbecilikle, terör örgütü yöneticiliği ile suçlanmış Genel Kurmay Başkanları... 
Bu manzara 'darbe ile mücadele' için olsa da, bayrağa, askere saygı duyan, kendine Kemalist diyen herkesin değerlerinde aşağılanma hissi yarattı. 
Biz o zamanlar da, çuvala suçlu ile suçsuzun karıştırıldığını, TRT'de gerçekleştirdiğimiz Medya Müfettişi programında sıkça vurguladık. 
Ergenekon Davası ilk açıldığında, sanıkların avukatı Vural Ergül'ü yayına çıkardığımızda, bu hatalara ve delillerin durumuna değinmişti. 
Dink cinayeti ihmallerini anlatan kitabı çıktığında, Nedim Şener'i kendisine açılan davalar ile ilgili konuk almıştık. Bugün bakınca gazetecilik olanaklarımızı objektif kullanmış olduğumuzu görüyorum. Objektiflik değil, taraf olunmasını bekleyenlere karşın... Objektiflik saçmalık diyenlere karşın...
Bununla beraber halkı aşağılayan, fırsat eşitliğine karşı olan, cemaatçi veya dindar diye disipsinzilik suçu bahane edilerek ordudan masumları atmaya kalkan, terörü destekleyen darbecilerin yargılanmasının, hukukun gereği olduğunu da her daim anlatan konuklarımız oldu. 
Bu ikisi farklıdır dedik.
Darbeci zihniyetin halk tabanındaki destekçilerinin çoğunluğu, zaten dindarların eşit vatandaş olduğuna, liyakatlarına binaen asker içinde veya kamuda görev alma hakları olması gerektiğine inanmıyor olabilir...Onları tehlikeli, mürteci görüyor olabilir... 
Bazıları inanmasada, hukuk düzeni içinde örgütlü şekilde ayrımcılığı, darbeciliği uygulamanın bir cezası elbette var. 
Bu insanların hoşlanmadığı dindarlar da örgütlenip darbeye soyunsa, başka kesimlerin hakkını gasp etse, örgütlü şekilde onların haklarını çiğnese yargılanmaları gerektiği gibi aynı...
Velhasıl bu darbe davalarından rahatsız olanlar, tahliye kararını 'sanki masumdular' gibi algılayacaklar. Bunun üzerinden siyasi propagandalar gelişecektir. 
Fakat hatırlatalım. 
Bu, yeniden yargılama kararıdır. Beraat değildir. Bu davaya darbeciler dışında 'iddia edilen paralel devlet yapılanmasının' hoşlanmadığı kişilerin, hukukusuzca dahil edildiği olasılığı nasıl mevcutsa, bazı kişilerin darbe girişimi ve halka karşı suç işlediği de gerçektir. 
Burdaki sıkıntı bu suçları yargılamak için yalan kanıt oluşturulmaya kalkılması, suç işlenmiş görünütüsü için  ve suçun kanıtlarının bilinmesi adına bizzat oyun kurularak, birilerinin üzerine paslama girişimlerdir.
Asıl sorgulamak gereken bir nokta var. O nokta ise bu mağduriyet görüntüsü ile, gelecekte halk arasında ikiliğe ve yeni darbelere elverişli tohumların atıldığı bir zemin yaratılmış olmasının faturasını, direkt cemaate kesip kesmeyeceğimiz... Başbakan Erdoğan darbelerde, Lice gibi sabotajlarda Pensilvanya işareti yaptı.
Darbe davaları ilk açıldığı dönemde 'Cemaat örgütleniyor' diye kitap yazan Hanefi Avcı 'doğru söylüyor' denildiğinde hükümet ne tepki verdi?
Dink suikastinde polis ihmallerini ve Cemaat bağlantısını bir kitapta yazan Nedim Şener'e verilen cezanın, gazeteciliğin yüz karası olduğu söylendiğinde, bu fikir sahipleri nasıl karşılandı?
 Hükümet bunları dikkate aldı mı? 
Veya 'biz biliyoruz da doğru zamanı bekliyoruz' diye bir açıklama yaptı mı? 
Nedim Şener gerçekten darbe zihniyetinin kalemi ise dahi, Dink Cinayeti ihmallerini anlatan kitabı ve burdaki cemaat atıfları, gizlilik ihlali ile yargılanırken bu gerekçe hukuki olsa da adil miydi? 
Hani Erdoğan'ın Musuldaki tutsaklar için gazetecilere yaptığı kibar çağrı gibi 'hukuka karışmıyoruz, hukuksuzluk varsa gereği yapılır' diyebilirdi hükümet. Darbelerle mücadele diye davaların arkasında dururken, Genelkurmay başkanı İlker Başbuğ'a uzanılana kadar bir şüphe belirtmedi. Çoğu zaman bunları sorgulayanlardan rahatsız oldular. İktidarına halel geleceğini düşünerek... Oysa halelin nerden geldiğini gördük yıllar içinde...
 O derece mi hakim ve savcı kadroları cemaate bırakılmıştı? HSYK, Yargıtay hep mi Cemaatin elindeydi?

 Ya TSK? 

Serbest kalan komutanlar ve subaylar bundan sonra, kazanılmış haklarına ve kadrolarına dair nasıl karar alacak? YAŞ kararları ne yönde gelecek? Ortaya çıkmış cemaatçiler temizlenmiş olsada kendini, rengini belli etmeyenler ne olacak? Bugüne kadar cemaatçi veya dindar askerlerin YAŞ ile TSK'dan atılmasını engelleyen Ecevit sonrası (ki Gülen şefaat hakkım olsa ilk Ecevit'e kullanırım demiştir) ikinci başbakan olan Erdoğan'a, içeriği gerçekse dahi geliş şekli tuzak olduğu açık görülen, 17 Aralık'ı kuran cemaat mi nankör,  yoksa cemaat kadroları olmadan gerçek muktedir bir iktidar olması zor olan Erdoğan hükümeti mi?  Kapatma davalarından cemaat olmasa Ak Parti varlığını sürdürerek çıkabilir miydi?
Şunu da söylemeli:
17 Aralık'ın içeriğinin doğruluğu, bağımsız yargının işidir. Keşke bu şekilde başlamış olsaydı da, halkın hakkının hesabı, darbecilere sorulduğu gibi, adaletten ayrılmaksızın, delil uydurmadan, insan damgalamadan, örgütçü cemaatçilere de sorulacağı gibi, tüyü bitmemişin hakkını yediği iddia edilenlere de bağımsızca sorulsaydı...   

Her türlü maske ile kendilerini gizleyip, eşlerine başlarını açtıran, ordu içindeki subaylara içki için, kendinizi gizleyin diye cevaz veren (ki bu kişi ile Allah arasındadır, bize bişey demek düşmez), hakim savcı kadrolarındaki adamlarına da benzer talimatlar veren ve en sonunda komutanları müebbete mahkum kılan gizli güç mü daha ikiyüzlü, bunlar ile yürüyen Erdoğan hükümeti mi? 
Gerçek demokrasilerde böyle bir durumda, kuvvetler ayrılığı ilkesi nedeniyle yargı erki ile hükümet ayrı der geçerdik. Bu ülkede yargıyı hükümet atamıyor. Bu, yargı bağımsızlığı anlamında, kuvvetler ayrılığı bağlamında değil. Yargı iktidar adeta... Dosyalar siliniyor, bunlardan da her zaman Cemaatin veya hükümetin haberi olmuyor. Adamını bulan işini yürüttü. Yargı, polis, asker ve öğretmenlere insanca yaşayacakları maaşlar verilmedi. Zamlar önceki hükümetlere göre iki üç kat iyi. Ama yeterli mi? 
Kurumları veya yargı ve kolluk mensuplarını genelleme ile yaftalamak hatadır. Fakat bu gerçeklikler bu çevrelerde zaten biliniyor. Bi yere bağlı olmayan ise ideolojik olarak farklı gördüğü eline geçince cezayı giydirebiliyordu. Yani  bağlandığımız yer burası... 
HSYK, Yargıtay ve hatta TSK belli kişilere teslim olmamalı. 
Ne bir mezhebe, ne bir cemaate, ne de bir ideolojiye...
 Hükümet artık liyakata bakmak zorundadır. 
Öte yandan ne komiktir ki cumhuriyetçi, Kemalist kesimkomutanları içeri tıktıran güç ile işbirliği halinde CHP'nin oylarını arttırıp Tayyip'i devirmeye çalıştı.
'Kömüre oyunu satan', dindar, 'cahil' ve fakir, 'göbeğini kaşıyan' Ak Parti tabanı mı daha gerizekalı, Bayrak yürüyüşü, komutanlara destek yürüyüşü yaparken, komutanları tıktıranların kuklası bir CHP'ye isyan yerine, Ekmeleddin İhsanoğlu'nun dindarlık ve müslümanlık temasından kıl kapan CHP tabanı mı daha gerizekalı varın siz söyleyin. Her kesimin cahili var işte...
 İlber Ortaylı 'yandaşların ortak özelliği cahillik' derken bunları da kast etti mi acaba? 
Oy için herşey mübah mantığı... Oysa bir kere elini verenin hali ortada...
****
İşte darbeci denilerek mağdur edilen suçsuzlar nedeni ile ileride olası bir darbe için nefret tohumlarının atılmasına yol açan Ergenekon, Balyoz vs davaları, doğru şekilde görülmediğinden önümüzdeki yıllarda, 2015'te Türkiye'yi büyük oyunların beklediği açıktır. 
Cemaat-AK Parti koalisyonu çöktü. Mücadelesi sürüyor. Cemaati ve hükümeti gazlayan çok. 
 Kim haklı öbür dünyada anlayacağım ben kendi adıma. Ama herzaman resmi bütün görmek lazım.
 Bu davalardaki hatalara vaktinde müdahil olamayan, kendisine MGK'da cemaatin planları aktarılan MİT raporunun ardından Erdoğan elini ağırdan aldı. Bu, vicdani olarak dindarların kazanılmış haklarını koruma gayesinden, ortada gerçek bir disiplinsizlik suçu olmadığını görmüş olmasından kaynaklanıyor olabilir. 
Onları korumasa kapatma davası açılır mıydı ?... 
Müslüman kardeşlerine, hazır kadrolara sahip olduğu için midir bilinmez ihanet etmedi. Oysa o cemaat, 2002'de giden Ecevit hükümetinin ardından 3 Kasım'da Erdoğan'a oy vermiş miydi bilmiyoruz. Ancak referandumda verdiler. Bugün Aziz Babuşçu'nun 'artık birlikte yürümeyeceğiz' dediği liberaller, laik işadamları ise oy vermişti. O liberallerin bazısı gazetelerdeki maaşları artmayınca cemaatçi çıktı. Bazısı gerçekten hükümeti özgürce inandığı şekilde eleştirdi. 

Abdullah Gül'ün önemi

Resim buyken kim Cumhurbaşkanı adayı olacak, Ak Parti'nin başına kim gelecek hala bunu bekliyoruz. Önümüzdeki yıl krizlere gebe olduğumuzu görmek zor değil. ABD-İngiltere, Rusya ilişkilerimiz, dışişleri politikalarımız, bölgede Irak eksenli son hareketlenmeler ve büyük güçlerin buralara dair alacağı kararlar,Türkiye Cumhurbaşkanı'nın Dışişleri atama yetkileri birbirine paralel işler... 
Abdullah Gül bu noktalarda kendisini Cumhurbaşkanı yapan parti tabanına ve liderine bazen söylem olarak uymasada eylem olarak her zaman olumluydu ve herkesi kucaklayan bir görüntü verdi. Halkın lehine insiyatif kullanıp özgürlüklere karşı bazı yasaları onaylamadı. Genel politikalarda ise Ak Parti seçmeninin özgürlüklerini de destekledi. Erdoğan ile aralarını açmaya çalışanların gazına gelmedi. Ötekinin sevgisi saygısı için ödün vermedi. Öyleki Cemaat cephesinden bazı isimler bir ara, yeni MİT yasası nedeniyle  'Gül'ü sildik' diyordu... 
Erdoğan bunu değerlendirmelidir. Gerekirse köşk için gerekirse Parti lideri olarak... 
Abdullah Gül de siyasetten çekilmek yerine, ağırlığı Başbakandan fazla bir Cumhurbaşkanı olması olası olan Erdoğan'ın altında kalmak pahasına siyasette durmalıdır. Her iki koltuktan birinde olması durumunda da, aklını çelmeye çalışanları dinlemeden, vicdanı ile yürümeye devam ederek tabi. Bunları da açıkça aralarında konuşsunlar.
 Örneğin Bülent Arınç bugüne dek Erdoğan'ın pekçok gerilim söyleminde, akil duruşla toparlama yapmaya çalışmış bir parti ağabeyidir. O dahi Erdoğan'ın kendini yalancı çıkarmalarına, pekçok duruma sessiz kalmış ve yutmuştur. Çünkü siyasetin DNA sını özümsemiştir ve Erdoğan'ın liderliğinin, partiyi sürüklemekteki ağırlığı gerçeği ile barışıktır. Arınç, eminim hak etmediği ve şahsiyetine ağır gelmiş olması muhtemel ve kendisine siyaseti bırakma açıklaması dahi yaptırmış bazı olumsuzluklara rağmen partide kalmıştır. Bu siyasetçilerin, ideolojilerine, hem dindarlara hem laiklere, bu ülkeye olan borcu esastır. İsimleri önemli değil. Bunu anlayarak birlik olunursa bizi bölmek isteyenlere karşı daha dik oluruz. Kuklalara da daha az taviz veririz. Taa ki gerçek bir alternatif çıkana kadar. Laiklerin de dindarların da, Kürtlerin de özgür yaşadığı, savaşın, terörün değil barışın hakim olduğu, haini az gelecek yıllar için, halkın iradesinin yönettiği bir ülke ve adil yargı için hayırlısı neyse o olsun.

Bu blogdaki popüler yayınlar

GÖZE SİYAH BANT, İNCE MİZAH VE SANSÜR

CIA, TALIBAN, AIRBNB, AFGANISTAN VE TURKIYE

The US' dithering over Gulen's extradition following the July 15