GEZİ; İDDİALAR, SPEKÜLASYONLAR VE DEVRİM
“GEZİ”;
İDDİALAR,
SPEKÜLASYONLAR VE PERDE ARKASI
Bugün sizler
ile Gezi parkı projesi protestosu ve polis müdahalesine dair spekülasyonlarını
paylaşacağım. Yapılan yorumlar hep tek taraflı. En azından hepsini bir arada
görmek, okumak faydalı olabilir.
Özellikle
Başbakan'ın bu olaya nasıl yaklaştığı ve bunun nedenlerini anlatan pekçok yorum
yapıldı. Kimisi karakterine verdi geri adım atmamasını, kimi diktatörlüğüne,
kimi 'bir bildiği var' diyerek istihbarat aldığını ve provokasyonu
planlayanlara korkmuyorum mesajı vermesine bağladı, bu tutumunu.
Merve Şebnem Oruç’un; (İsmet Berkan'ın da benzer
yaklaşım gösterdiği bugünkü yazısından iki gün önce yazdığı) Türkiye’de Gezi
Parkı ile başlayan olaylara; bölgesel gelişmeler açısından bakan analizinin
olduğu blog yazısı farklı.
Analiz, Erdoğan’ın tüm bunlara bilerek izin verdiği,
ortamı gererek dünya güçlerine ‘burayı da yakarım’ mesajı vermiş olabileceğini
savunuyor. Ve buradan nasıl bir kazanım elde edebileceğini de gerekçelendiriyor.
Erdoğan’ı ve izlediği yolu, gerekçelerini savunan taraflı bir yorum. Ama
ileri sürülen tespitleri okumak faydalı olabilir. ABD görüşmesi, Cenevre
konusunda SUK tan çıkan karar ve muhaliflere silah desteği noktalarında
olayların mesajı aktarılıyor. İran’daki gelişmeler, El Kaide gibi eksenlerin bu
konu içerisindeki yerine, uluslararası medyanın bu işe ağırlık vermesine de
değinilmiş. Bana ilginç geldi. Züğürt tesellisi olarak da görülebilir.
Yorumsuz.
Yazıdan önce; bu yazıda görülmeyen bazı diğer
spekülasyonlara dair notları da eklemekte fayda var:
Geçen hafta Emniyet istihbarat ekiplerinin tasfiye
edilmesine müteakip, “Gezi”ye sabaha karşı ısrarla ilk müdahale emri geliyor. “Başbakan
‘ders alsın’ diye bu emir verildi” yorumu da yapılıyor. Hatta buna karşı
duranlar olduğu ama emirin ısrarla uygulatıldığı aktarılıyor.(tam aksi; bilgisi
olduğu,kendi talimatı olduğu yorumu da detaylı ele alınacak aşağıda, zira
olayların tırmanması halinde müdahale talimatı verdiği ama bunun fazla ileri
gittiği şeklinde bir açıklama yapmıştı ilk günlerde)
Gezi Parkı olayına Dumanlı, Bilici, Keneş gibi isimlerin yaklaşımına bakmakta fayda var. Hepsi destek verdiler. Destek verilmesi de gayet normal. Ama şimdi; bu hesaplı bişey miydi sorusu bazı çevrelerce soruluyor polisin o ilk müdahalesinin ardından…
Eski bakan Ertuğrul Günay dün attığı bir tweette şöyle söylüyor: ‘’Sabotajın kökü, cuma sabahı çoluk-çocuk oturanlara o vahşi saldırıyı düzenleyenlerdir. Olayların sorumlusu onlardır ve hesap vermeleri gerekir’’ Sabotaj ifadesine dikkatinizi çekerim.
Başbakan, şu anda Emniyet içerisinde bu talimatı verenlere ihtiyacı olduğundan bir soruşturma açamıyor olabilir, çünkü olaylar devam ediyor diye düşünmek de mümkün. Bu talimatı vereni görevden alıp, göstericilere olumlu mesaj vermeyi de seçebilirdi. Seçmediği için, idarenin işleyişi içinde; emir kendisinin kanaatini benimsemek durumundayız.
Gezi Parkı olayına Dumanlı, Bilici, Keneş gibi isimlerin yaklaşımına bakmakta fayda var. Hepsi destek verdiler. Destek verilmesi de gayet normal. Ama şimdi; bu hesaplı bişey miydi sorusu bazı çevrelerce soruluyor polisin o ilk müdahalesinin ardından…
Eski bakan Ertuğrul Günay dün attığı bir tweette şöyle söylüyor: ‘’Sabotajın kökü, cuma sabahı çoluk-çocuk oturanlara o vahşi saldırıyı düzenleyenlerdir. Olayların sorumlusu onlardır ve hesap vermeleri gerekir’’ Sabotaj ifadesine dikkatinizi çekerim.
Başbakan, şu anda Emniyet içerisinde bu talimatı verenlere ihtiyacı olduğundan bir soruşturma açamıyor olabilir, çünkü olaylar devam ediyor diye düşünmek de mümkün. Bu talimatı vereni görevden alıp, göstericilere olumlu mesaj vermeyi de seçebilirdi. Seçmediği için, idarenin işleyişi içinde; emir kendisinin kanaatini benimsemek durumundayız.
‘’Olayların kontrolden çıkarak başka güçlerin
manevra alanına dönüştüğünü görülünce; Yargıtay kararı ile durumu kontrol
altına almaya çalışıldı’’ iddiası bir diğer iddia.
İnan Kıraç, sermaye, Aydın Doğan gibi 28 Şubat
aktörleri olarak gösterilen isimlere karşı davaların konuşulduğu; Ergenekon’un
son perdelerine gelinmiş, HSYK ve AM'nin yapısının değiştirileceği, atamaların
hükümetin insiyatifinde olacağı düzenlemelerin beklendiği bir dönemde; bu
gerginliği gören ve alttan almamayı seçen Başbakan’ın bir mesajı var. Meydan
okuyor ve korkmuyorum diyor, bu tutumu ile toplumsal gerginlikleri göze
alıyor.
Burada belki protestocuları dikkate almayıp hiçe
sayıyor ama asıl derdi bu ortamı kendi güçlerini arttırarak hükümeti sindirmeye
çalışan farklı kesimler ile. Bu nedenle alttan almadığı yorumu yapılıyor.
Bülent Arınç
ise; Başbakan vekili olarak, toplumla inatlaşacak halimiz yok şeklindeki
açıklamayı ancak 6. günde yapıyor. Yeterki şiddet olmasın bütün taleplere
açığız diyor...
İran ve Suriye bağlantılı isimler ve Türkiye’deki
yabancı öğrenciler gibi bazı grupların da; sokağa, baskı gördüğünü ve buna
karşı tepkilerini belli eden insanlara eklemlendiği görüldü. Bunun üzerinden
yapılan spekülasyonlar da ayrı...
Arınç, Gül gibi isimlerin bazı kesimlere karşı daha
yakın tavırları, Arınç’ın Pensilvanya ziyareti üzerine bunların yaşandığı
vurgusu da yapılıyor bazı yorumcular tarafından. Arınç bugün ilk açıklamasında
da; bu ziyaret sonrası, ''Gülen'e emirlerini sordum'' ifadesini de aydınlatma
ihtiyacı duydu...
Hocaefendinin; bazı kadroların, AK Parti’yi bitirmeye
yönelik sözde hareketlerine yönelik yaptığı yorum da ilginç şekilde duyuldu.
Bitişleri sizden olmasın dediği rivayet ediliyordu bazı çevrelerde.
Tüm bunlar bazı
insanların Başbakan’dan rahatsız olduğu gerçeğini görmeye engel değil. Ancak bu
rahatsızlığın bu şekilde dışa vurulmasındaki faktörlere bakınca, Gezi’ye polis
müdahalesinin olayı tetiklediğini görüyoruz. Başbakan gibi tecrübeli bir siyasetçinin de bu
olaylarda alttan almaması da bu soruları akla getirdi.
Bu spekülasyonlar gerçekse bile bu riski alıp meydan okuması anlaşılabilir değil elbette… Kabul edilebilir mi ona da herkes kendi vicdanında karar verecek.
Bu spekülasyonlar gerçekse bile bu riski alıp meydan okuması anlaşılabilir değil elbette… Kabul edilebilir mi ona da herkes kendi vicdanında karar verecek.
Buradan hareketle, bu hareketin sonucunda, artık, seçim-erken
seçim dışında bir devrim hareketi bekleyen-isteyen vatandaşların mevcudiyeti;
başbakanın öfkesi, meydan okumasının, insan psikolojisindeki normal reaksiyon
kapsamında açıklanamaz. Zira bu tepkiyi, olay demokratik talep aşamasındayken
verdi. 'Devrim' girişimine evrilmesini görmek isteyip kendini sınarcasına
adeta...
Kendisi de, devrimci denilebilecek girişimlerde
bulunmuş bir liderin, otoriterleşmekle suçlanırken bu tuzak ile yüzleşmek istemesini
anlamak kolay değil.
Aşağıdaki yazıda ise; bunlardan farklı şekilde, Başbakan’ın bilinçli olarak bu sürece izin verdiği, tamamen dışarıya mesaj verdiği savunulduğundan; öncesinde yukarıdaki farklı yaklaşımları-teorileri ekleme ihtiyacı hissettim. Bu yazı, Başbakan tarafından gerginliğin tamamen bilinçli ve kontrollü tırmandırıldığını iddia ediyor. Genellikle bu tarz olaylar planlanmaz. Ama olduktan sonra herkes kendi planını devreye koyabilir. Bu bütün taraflar için geçerlidir
2 Haziran 2013-Merve Şebnem Oruç
Gezi Parkı üzerinden başlayan gerilimin ilk gününde gidişatı, ne olduğunu, neler oluyor
olabileceğini
anlamaya çalışırken
‘Başbakan
herhalde bıktı ve siyaseten intihar ediyor’ diye düşündüğüm bir an oldu.
Silkinip Erdoğan’ın
gemileri yakmasının altında farklı bir neden olabileceğini düşünmek biraz zamanımı
aldı. İki
neden olabilirdi; Başbakan
ya delirmişti
ya da bir yol haritası üzerinde yürüyor olmalıydı. İlkinin olma
ihtimalinin çok düşük
olduğuna
bugün itibarıyla eminim. Erdoğan’ın bugün üstüste yaptıği ve harareti gitgide
artırdığı
konuşmalarından
sonra vardığım
sonuç, bazı yerlere çok sert bir mesaj gönderdiği, hatta alenen tehdit ettiğiydi. Ek olarak bu
yerlerin, iç siyasetten beklentimiz ana muhalefet CHP olmadığı kesindi.
Bu hafta uzun zamandır ilk defa politize olan kesim
bilmese de diğerleri
Başbakan’ın
stratejik ve taktik söylemlerini de riskli hamlelerini de iyi bilir. Bu şekilde masayı kaldırıp
fırlatması çok büyük bir hamle ve bu restin kime olduğunu doğru okumak gerekiyor.
Son ABD ziyareti sonrası, bu gezinin sonuçlarının
birkaç hafta sonra alınabileceğini biliyorduk. Bilindiği gibi Başbakan ve heyeti, ABD’ye ‘no fly zone’ isteyerek gitti,
Cenevre dayatmasıyla döndü. Cenevre’ye hiç de hevesli olmayan Erdoğan, döndüğünde de Cenevre’ye
hevesli görünmedi. ‘Tamam, gideriz, bölge ülkeleriyle de görüşürüz’ cümleleri hep
yarım ağızlıydı.
Hatta AB’nin Suriyeli muhaliflere silah ambargosunu devam ettirmeme kararı bile
yüksek sesle olumlanmadı.
Birkaç gün sonra İstanbul’da toplanan Suriye Ulusal Koalisyonu hararetli
tartışmaların
ardından önemli kararlar aldı. İlk haber Teksas menşeili Gassan Hito’nun geçici hükümet başkanlığıyla devam edilip
edilemeyeceğinin
tartışılmasıydı.
Daha sonra açıklandığı
üzere, geçici başkanlık
seçimi bir sonraki toplantıya ertelendi. Malum, Muaz-el Hatip’in istifasının ve
geri dönüşünden
sonraki sert çıkışlarının,
muhaliflere pasif destek veren bazı ülkelerin Hito dayatmasına karşı olduğu tahmin ediliyordu.
Koalisyon toplantısının sonunda yapılan açıklamaya
göre, sosyalist geçmişe
sahip Michel Kilo’nun listesinden ve sahada savaşan liderlerden hatırı sayïlır oranda isim koalisyona
katıldı. Suriye Ulusal Koalisyonu büyüyerek ve genişleyerek güç kazandı.
Cenevre Konferansı’na katılmak için ‘mutlak çözüm’ şartı getirildi. Bu
Batı’nın dayattığı
Cenevre Konferansı’na verilen en net cevaptı.
Başbakan’ın Fatih Altaylı’ya verdiği röportajda ‘Beşar’, ‘o adam’diyerek
ne kadar öfkeli olduğunu
belli ettiği
Esad için direkt olarak ‘gidecek’ demesi, Suriye rejiminin‘Esad 2014’e kadar
hükümetin başında.
2014’te tekrar aday olabilir’ açıklamasına yanıt olduğu belliydi. Ancak Başbakan,‘Kızım sana
söylüyorum, gelinim sen anla’ misali Esad üzerinden ABD ve Rusya’ya ağır bir mesaj gönderdi.
Mesaj kısaca şuydu:
‘Bana öyle el-Kaide’yle falan bir şeyler dayatma. Bu ülkeyi gerekirse Orta Doğu batağïna bir anda sokarım.
Benim dünyadaki her ülkeyle ticaretim var, burada her ikinizin de kıyamet kadar
yatırımı var. Ben yanarsam herkes yanar.’
Bu tehditin lafta kalmaması için de Orta Doğu’dan bir parça ateşin Türkiye’de
yakılmasını göze aldığına
neredeyse emin olduğum
Başbakan,
Altaylı röportajında bu ana mesajın yanında bir taşla başka kuşlar da vurdu:
1. El Kaide’den Hizbullah’a Hamas’tan Müslüman Kardeşleri’ne yoğunlukla müslüman olan
tüm Orta Doğu
aktörlerine ‘Ben müslümanım. Laik değilim.’ mesajını verdi.
2. Tüm dünyaya Arap Baharı başladığından beri bana
‘hakem’ muamelesi çektiniz. Faul yapana ses çıkarmayıp, meydanı boş bulanların bana
saldırmasına müsaade ettiniz. Hadi bakalım.’dedi.
3. İran’a ‘Yıllardır ben her yerde seni savunurken sen
beni ‘Tarafını seç’ diyerek sıkıştırdın ve ‘Ya benden yanasın ya ABD’den’ diyerek
tehdit ettin, şimdi
de vuruyorsun. Ne sendenim ne ABD’den’ dedi.
4. Bu hamleyi cok büyük ihtimalle sadece 2-3 kişiyle paylaştı. Bu sayede
yıllardır ve muhtemelen bürokratlarından, son zamanlarda daha da fazla yaşadığı İran’a ve İsrail’e sızdırmaların
önünü aldı. Bu, ofisini dahi dinleyen içeridekilere de ‘Oyununuzu bozarım’
mesajıydı.
5. Baas rejimine artık gizleme gereği bile duymadan aleni şekilde çalışanlara ve Reyhanlı
patlamasında parmağı
olduğu
ortaya çıkanlara ‘Aniden bir karışıklık çıkabilir. Kimbilir bir gece ansızın sizi de
Silivri’de misafir ederim’ dedi.
6. Ülke içinde konformistlikleri nedeniyle savaş karşıtı olan hemen herkesi
direnişçi
yapıp ‘iç savaş’
naraları attırarak ‘fake’ savaş karşıtlığını deşifre etti. Ayrıca herkesi istediği zaman psikolojik
olarak savaşa
hazırlayabileceğini
yedi düvele gösterdi.
Burada özellikle, Suriye’de devrimin bu hale
gelmesinde başrolü
oynayan gizli özne İran’a
özellikle değinmekte
yarar var. İran
açık alanda belirgin söylevlerle savaşmıyor ama ‘odadaki görünmeyen fil’ misali her yerde
var ve bu savaşı
o yönetiyor. İran’ın
Suriye’deki pozisyonunun Baas rejimini savunmakla bir alakası yok. İran, Suriye’yi, en
güçlü rakibi olarak gördüğü
El Kaide’yi yok etmek İçin
bir sıçrama tahtası olarak görüyor. Neden düşmanı değil de rakibi diyorum: Mehdi’nin geldiği fikri, Türkiyelilere
fantastik gelse de, Şii
inancında çok önemli bir yer tutuyor. Öyle ki, Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken yüzü yeşil bir örtüyle
kapatılmış erkek
fotoğrafları,
‘Mehdi yakında yüzünü gösterecek’ cümleleriyle İran medyasında yer buluyor. Kral Abdullah’ın ölümünü
son alamet olarak yorumlayan Şia, Sünniler arasında kısmen yer bulan ‘Mehdi
Afganistan’dan çıkacak’ düşüncesini yok etmek istiyor. ‘Mezhepler Mehdi gelene
kadar vardır’ inancı, İran
için bu rekabeti kazananın mezhep savaşını da kazanması anlamına geliyor. İstanbul’daki üçüncü
köprüye Şah
İsmail’le
savaşan
Yavuz isminin verilmesinin de, bizim medyada Türkiyeli Alevilerin
hassasiyetleri açısından alınıp farklı algılansa da, İran’a bir gözdağı olarak yorumlanıyor.
Öte yandan, 3 yıldır Arap Baharı’nı, 2 yıldır Occupy
Wall Street’i yakından izleyen biri olarak, dezenformasyonun bu kadar hızlı
yayıldığına
şahit
olmamıştım.
Bu durum, yurt dışından
bu olayları takip eden uzmanların gözünde, yaşananların kurgu olması ihtimalini güçlendirdi.
Özellikle ‘polis bir direnişçiyi öldürüp kalbini yedi’ye varacak kadar saçma
haberler, Nazi Almanyası benzetmeleri, kimyasal silah asparagasları bu tür
olayların gerçekleşme
biçimlerini bilimsel olarak ele alanlar tarafından farklıyorumlamalara yol
açtı. Olayların kopuş
biçimi değil
ancak dezenformasyonun geometrik artış hızı bu farklı yorumları artırdı.
Başbakan’ın içki ve çevrecilik gibi, etnik unsur, rejim
değişikliği gibi ciddi
özellikler barındıran diğer
ayaklanmalara oranla masum ve hatta PR bile sayılabilecek bir konuyla protesto
ediliyor olması, bu yazıda bahsettiğim teoriyi güçlendiren bir durummuş gibi duruyor. Böyle
ortaları bekleyen, ‘Bu başka,
gelin’ciler de Erdoğan’ı
hiç yanıltmıyor.
Kısacası son iki haftada siyasi dilini sertleştiren, muhafazakar
düzenlemeleri hiç yapmadığı
kadar yüksek doja çıkaran Başbakan, kontrolü dışına çıkacak olayları göze almış olsa da burjuvanın
sokağa
çıkmasına bilerek ve isteyerek izin vermiş görünüyor. ‘Ağaç’ deyince aklına ‘darağacı’gelenlerin devrinin geçtiğini bilse de, ufak da
olsa var olan bu riski bile göze almış olduğu anlaşılıyor. Cemaat gazetecilerinden ve polis görünümlü
sosyal medya hesaplarından gelen yorumlara dikkat etmek ama fazla kulak asmamak
lazım. Onlar bir yıl önce oyun dışı kaldilar, şu anda standart bir muhalefet yaparak rol kapabilir
miyim düşüncesindeler.
Sonuç itibarıyla, CNNInternational, BBC, RT, Anonymous
Erdoğan’ı
ne kadar çok eleştirirse
onun için işler
o kadar yolunda görünüyor. Her uluslararası yayın, dev sermayedarların kendi
hükümetlerini sıkıştırıp
‘Noluyor? Orada benim yatırımım, şubem, çalışanım, nakitim, taşınacak malım var’ diyerek sıkıştırmasına sebep
oluyor.
Yüzbinlerce insanın öldüğü, milyonlarca insanın sığınmacı olduğu, kaybolduğu, işkence ve tecavüze uğradığı olaylara kayıtsız
kalan, hatta bu insanlara fiziksel görünümlerinden ötürü ‘terörist’ diyebilen
insanların alkol, çevre gibi faktörler yüzünden şehir terörüne başvurması ve bunu insan hakları ihlaline dayandırması
hayatın bir ironisi gibi. “Polis şiddetini kınıyorum” gibi resmi cümleler yazmıyorum.
Orayı aştık.
Erdoğan
haklı mı haksız mı tartışmasına
girmiyorum. Keyifli bir yol değil ama eğer düşündüğüm gibiyse yanındayım. Yanıbaşımızdakiler
katlediliyorken ‘evim huzurlu olsun’ diyememenin kahramanca bir güzelliği var. Savaşlar kirlidir, tek
lekesi bu olsun. Bunu ulusal bir vaka olarak görmek varolduğun coğrafyadan da dünyadan
da bihaber olmak demek. Ben de artık hiçbirşeyin eskisi gibi olmayacağını umuyorum.
Hayırlısı neyse o olsun.