HALİL BERKTAY'IN İÇKİ TEPKİSİ VE KAMUSAL ALAN
Halil Berktay bir yazı kaleme almış.
''Gene Berbat Bir Ülke'' başlıklı.
Bir zamanlar Murat Belge'de ırzına geçilip öldürülen İtalyan kadının başına gelenlere dair 'İşte Böyle Bir Ülke' başlıklı bir yazı yazmıştı. Belge, o dönemde atılan Nasıl Bir Ülkeyiz başlıklarına cevap veriyordu.
Halil Berktay son parçasınde One Love Festivali ve sözde içki yasağına dair yazmış. Berktay'ın ''yaşlı, kabız, böyle hiçbir boşluk bırakmamak için yanıp tutuşan muktedirlerin huşuneti'' nden bahsetmesi yerinde. Bu muktedirlerin hertürlü huşunetini onyıllardır yaşıyoruz ülkemizde. Daha doğrusu yaşıyor ve yaşatıyoruz.
Yasaklar kötüdür. Ters teper çoğunlukla. İnsanın kendi iradesi ile kötüden kendini alıkoymasına dayalı bir inanç adına bu işleri böyle yapmak ne kadar doğru, önce bu inanç buna izin veriyor mu bilmeli. Yani İslam Kamu Hukuku, Türkiye Cumhuriyeti gibi bir ülkede bu işleri nasıl görür bilmek lazım, eğer illa İslami kaygılar ile yapılıyorsa.
Bu konunun kurcalanack, tartışılacak çok yönü var. İçki fayda mı zarar mı, nasıl içilmeli, bunlar da konuşulabilir elbette. Berktay nasıl konunun özgürlük ve baskı yönünü yazmayı seçmiş ben de bu soruyu seçerken yazdığı cümlenin tek yönünü seçmiş olacağım. Farkındayım.
Özünde koskoca Halil Berktay'a bir teessüfüm var:
Berktay ''kamusal alanı Müslümanlık adına fethetmeye yönelik, genel ve yaygın bir manevî taarruz'' diyor, festival olayına.
Kısa süre önce kürtaj tartışmasına mukabil yazdığı ''Uygar ve Güvenilir Kadın Kemalizm ve AKP'' başlıklı yazıyı hatırladım. Kendisinin, o yazıda, Türk erkeğinin veya ''erkekliğinin'' güvenilir kadın tanımına, Osmanlı'dan bugüne kadına bakış açısına dair yazdıkları da son derece gerçekçi.
Gayrımüslim kadın, hayran olunan ama güvenilmez kadın olarak görülüyor. Kişilikli kadın, ihanet edebilir kaygısı ile kaçılan kadın...Bu bakış açısı da çarpık şekilde, İslam adına geliştiriliyor ve oraya atfediliyor. Kendi düşüncelerinden ibaret olsa kimse birşey diyemez ama biryere dayanacak illa. Oysa İslam gayrimüslim kadın ile evliliğe izin de, müslüman kadına da gitme hakkı pek ala şekilde veriliyor İslamiyette. İslamı, Türk erkeği gelenekleriyle yorumladığınızda kadın belki biryere gidemez ama aslında Müslüman kadın kocasını bırakma ve gitme hakkına sahiptir. Çok marifetse, gerekliyse. Şartı da yoktur bunun. Evet boşanma Allah'ın istemediği bir izindir ama ruhsatı verilmiş bir iştir.
İşte tam burada İslam'ın, bunlara bahane edilişinin tam tersine, kadını, kişilikli, sosyal hayatta çalışabilir ve dolayısı ile özgüvenli kılan ve Perihan mağden'in ifadesi ile (belki tam da Berktay'ın tarif ettiği erkek bakış açısı ile bakılmaması, kendisine hayran kalan erkeğin, korktuğu için terketmesi yolu ile gerçekleşebilecek olası hışmına uğramaması için) negatif erkek bakışından gelen enerjiden koruması için de ortaya konulmuş olan (dilimize pelesenk ettiğimiz, her daim mağduriyet kraliçesi olarak kullandığımız(!) alt tarafı bez parçası) başörtüsü konusu geliyor aklıma.
Berktay'ın içki yasağı için kullandığı kamusal alan lafını, başörtüsü için yıllarca duymuşken, (yok hizmet veren örtülü olursa, benim hakkımı görüşüne göre ihlal eder mi vs kaygıları, e aynı mantıkta hizmet alan örtülünün de, bu örtüsüz bana hizmet verirken benim hakkımı ihlal eder mi diye korkması gerekmiyor mu)değerli aydınımızın bu konuda 'kamusal alanları militarizm adına fethetmeye yönelik gayret ve yaygın bir manevi taarruz' dememiş olmasına teessüf ettim işte birden.
Ki muktedire kısmen teslim olmuş(algı), liberal olarak algılanmaya başlamış bir aydının, her konuda teslim olmasını, şartsız destek vermesini bekleyen gözü dönmüş iktidar sahiplerini her daim kınıyorum. Muktedire, arada bir hakkını teslim edenleri, dönek yalaka diye niteleyen ve vicdanlarının sesini dilnleyenleri de bu kapsamda karalayanları kınadığım gibi. Yani teessüfüm, bu kaygılar ile dile getirilen birşey değil. Sadece vakti zamanında biraz cesaret beklemişliğimden kendisinden.
Yani bu nitelemeye ve bu yasağı gündeme taşımasına kızmıyorum. Ben vaktinde durmadığı yerde şimdi başkaları için durmasını takdir ediyorum sadece.
Her nekadar eğitim hakları ellerinden alınan, şu kısa hayatta okullarını bırakıp evlenmek ve sonra yıllarca 'okusaydım şöyle şöyle olurdu' diye iç hesaplaşmalarla başbaşa kalan, çoluk çocuğa karıştıktan sonra bile, hep bir ne yapacağını bilememe hali yaşayan ve dahi yıllar sonra boşanıp okula dönen veya çeşitli şekillerde hikayeleri değişen kadınlar kadar mağdur olmasalarda, o gün orada içki içemediği için mağdur olan insanların da mağduriyetleri giderilmeli.
Bugüne kadar bu milletin seçimlerini, tercihlerini Anayasa Mahkemelerine götürenler, yasaları evirip çevirip bir hale sokarak, kılık kıyafet mağuduru yaratmanın bin türlü şeklini bulanlar, şimdi ne yüzle bu işle ilgili uydurulmuş kılıfları sorgulayabilecek onu bilmiyorum.
Elbette intikam ve benzer duygular ile aynı şeyleri başkalarına yaşatıp onları mağdur etmek ise başka bir acizlik. Nefse yenilmenin başka hali. Burada Eyüp'ün kutsal semt olması ve 3 aylarda saygı beklenmesi çok doğal olmakla, yine de baskı savunulamaz. Ancak sorun şu ki mahalle baskısından öte, işletme sahibinin bu manevi kaygı ile yasal hakkı olan içki ruhsatını kullandırmama kartını devreye sokmuş olması sözkonusu. O işletme (Santral) bu kaygıda ne kadar samimi, ne kadar göbekten bağlı olduğu başka işleri var (veya hiç yok) onu bilmiyoruz. Sorgulamak da niyet okumak olur.
''Gene Berbat Bir Ülke'' başlıklı.
Bir zamanlar Murat Belge'de ırzına geçilip öldürülen İtalyan kadının başına gelenlere dair 'İşte Böyle Bir Ülke' başlıklı bir yazı yazmıştı. Belge, o dönemde atılan Nasıl Bir Ülkeyiz başlıklarına cevap veriyordu.
Halil Berktay son parçasınde One Love Festivali ve sözde içki yasağına dair yazmış. Berktay'ın ''yaşlı, kabız, böyle hiçbir boşluk bırakmamak için yanıp tutuşan muktedirlerin huşuneti'' nden bahsetmesi yerinde. Bu muktedirlerin hertürlü huşunetini onyıllardır yaşıyoruz ülkemizde. Daha doğrusu yaşıyor ve yaşatıyoruz.
Yasaklar kötüdür. Ters teper çoğunlukla. İnsanın kendi iradesi ile kötüden kendini alıkoymasına dayalı bir inanç adına bu işleri böyle yapmak ne kadar doğru, önce bu inanç buna izin veriyor mu bilmeli. Yani İslam Kamu Hukuku, Türkiye Cumhuriyeti gibi bir ülkede bu işleri nasıl görür bilmek lazım, eğer illa İslami kaygılar ile yapılıyorsa.
Bu konunun kurcalanack, tartışılacak çok yönü var. İçki fayda mı zarar mı, nasıl içilmeli, bunlar da konuşulabilir elbette. Berktay nasıl konunun özgürlük ve baskı yönünü yazmayı seçmiş ben de bu soruyu seçerken yazdığı cümlenin tek yönünü seçmiş olacağım. Farkındayım.
Özünde koskoca Halil Berktay'a bir teessüfüm var:
Berktay ''kamusal alanı Müslümanlık adına fethetmeye yönelik, genel ve yaygın bir manevî taarruz'' diyor, festival olayına.
Kısa süre önce kürtaj tartışmasına mukabil yazdığı ''Uygar ve Güvenilir Kadın Kemalizm ve AKP'' başlıklı yazıyı hatırladım. Kendisinin, o yazıda, Türk erkeğinin veya ''erkekliğinin'' güvenilir kadın tanımına, Osmanlı'dan bugüne kadına bakış açısına dair yazdıkları da son derece gerçekçi.
Gayrımüslim kadın, hayran olunan ama güvenilmez kadın olarak görülüyor. Kişilikli kadın, ihanet edebilir kaygısı ile kaçılan kadın...Bu bakış açısı da çarpık şekilde, İslam adına geliştiriliyor ve oraya atfediliyor. Kendi düşüncelerinden ibaret olsa kimse birşey diyemez ama biryere dayanacak illa. Oysa İslam gayrimüslim kadın ile evliliğe izin de, müslüman kadına da gitme hakkı pek ala şekilde veriliyor İslamiyette. İslamı, Türk erkeği gelenekleriyle yorumladığınızda kadın belki biryere gidemez ama aslında Müslüman kadın kocasını bırakma ve gitme hakkına sahiptir. Çok marifetse, gerekliyse. Şartı da yoktur bunun. Evet boşanma Allah'ın istemediği bir izindir ama ruhsatı verilmiş bir iştir.
İşte tam burada İslam'ın, bunlara bahane edilişinin tam tersine, kadını, kişilikli, sosyal hayatta çalışabilir ve dolayısı ile özgüvenli kılan ve Perihan mağden'in ifadesi ile (belki tam da Berktay'ın tarif ettiği erkek bakış açısı ile bakılmaması, kendisine hayran kalan erkeğin, korktuğu için terketmesi yolu ile gerçekleşebilecek olası hışmına uğramaması için) negatif erkek bakışından gelen enerjiden koruması için de ortaya konulmuş olan (dilimize pelesenk ettiğimiz, her daim mağduriyet kraliçesi olarak kullandığımız(!) alt tarafı bez parçası) başörtüsü konusu geliyor aklıma.
Berktay'ın içki yasağı için kullandığı kamusal alan lafını, başörtüsü için yıllarca duymuşken, (yok hizmet veren örtülü olursa, benim hakkımı görüşüne göre ihlal eder mi vs kaygıları, e aynı mantıkta hizmet alan örtülünün de, bu örtüsüz bana hizmet verirken benim hakkımı ihlal eder mi diye korkması gerekmiyor mu)değerli aydınımızın bu konuda 'kamusal alanları militarizm adına fethetmeye yönelik gayret ve yaygın bir manevi taarruz' dememiş olmasına teessüf ettim işte birden.
Ki muktedire kısmen teslim olmuş(algı), liberal olarak algılanmaya başlamış bir aydının, her konuda teslim olmasını, şartsız destek vermesini bekleyen gözü dönmüş iktidar sahiplerini her daim kınıyorum. Muktedire, arada bir hakkını teslim edenleri, dönek yalaka diye niteleyen ve vicdanlarının sesini dilnleyenleri de bu kapsamda karalayanları kınadığım gibi. Yani teessüfüm, bu kaygılar ile dile getirilen birşey değil. Sadece vakti zamanında biraz cesaret beklemişliğimden kendisinden.
Yani bu nitelemeye ve bu yasağı gündeme taşımasına kızmıyorum. Ben vaktinde durmadığı yerde şimdi başkaları için durmasını takdir ediyorum sadece.
Her nekadar eğitim hakları ellerinden alınan, şu kısa hayatta okullarını bırakıp evlenmek ve sonra yıllarca 'okusaydım şöyle şöyle olurdu' diye iç hesaplaşmalarla başbaşa kalan, çoluk çocuğa karıştıktan sonra bile, hep bir ne yapacağını bilememe hali yaşayan ve dahi yıllar sonra boşanıp okula dönen veya çeşitli şekillerde hikayeleri değişen kadınlar kadar mağdur olmasalarda, o gün orada içki içemediği için mağdur olan insanların da mağduriyetleri giderilmeli.
Bugüne kadar bu milletin seçimlerini, tercihlerini Anayasa Mahkemelerine götürenler, yasaları evirip çevirip bir hale sokarak, kılık kıyafet mağuduru yaratmanın bin türlü şeklini bulanlar, şimdi ne yüzle bu işle ilgili uydurulmuş kılıfları sorgulayabilecek onu bilmiyorum.
Elbette intikam ve benzer duygular ile aynı şeyleri başkalarına yaşatıp onları mağdur etmek ise başka bir acizlik. Nefse yenilmenin başka hali. Burada Eyüp'ün kutsal semt olması ve 3 aylarda saygı beklenmesi çok doğal olmakla, yine de baskı savunulamaz. Ancak sorun şu ki mahalle baskısından öte, işletme sahibinin bu manevi kaygı ile yasal hakkı olan içki ruhsatını kullandırmama kartını devreye sokmuş olması sözkonusu. O işletme (Santral) bu kaygıda ne kadar samimi, ne kadar göbekten bağlı olduğu başka işleri var (veya hiç yok) onu bilmiyoruz. Sorgulamak da niyet okumak olur.