GÖZE SİYAH BANT, İNCE MİZAH VE SANSÜR


NTV ekranlarında; genel yayın politikasında idari bir rolü olmayan, ancak kendi programı süresi içinde birşey ortaya koyma imkanına sahip, kuruma 17 yılını vermiş, bir konuğu, Leyla Zana’yı programa alma tartışması sonucunda işini kaybetmiş bir sunucu,

Uludere konusunda adalet isteyen duruşu ile takdir toplamış, Emret Komutanım çıkışındaki cesareti ile haklı olarak bir gazeteci olarak cevap beklerken karşılığında işsiz kalmış, dolayısı ile sorduğu soruların haklılığı izlenimini teyid etmeyi başarmış,  dış basın ile bağlantılarını kullanmakta mahir, yeni nesil bir yazar,

Ahmet Şık’ın meşhur İmamın Ordusu kitabının kopyasına sahip olması, Radikal Gazetesine baskın  ve kitabın nüshalarının silinmesi konularındaki rolü yılan hikayesine dönmüş, ‘evde değilim gazeteye gelin’ dediği için tuzakçılık ile suçlanmış,  geçmişte yargılamalar ile defalarca yüzleşmiş, daha önce benzer şeyler yaşamış bugünün sağ islami medyasının da desteği ile eylemci geçmişi yerli yersiz hatırlatılmış bir gazeteci,

Emniyet içindeki Fetullahçı yapılanma iddialarını aktaran o meşhur kitabın, 375 gün hapis yatmış yazarı,

‘’Kürtler haysiyetleri için mücadele ediyor. Gerisi teferruat" dediği için basındaki bazı isimlerce neredeyse örgütçülük ile suçlanan ve vakti ile;  28 Şubatçılar, şeriat tehlikesini,  bölücülük tehlikesinden de öne çektiğinde; mağdurun yanında duruş göstermekten çekinmemiş bir akademisyen, son yazdığı yayın organı Milliyet’ten ayrıldığı günlerde verdiği röpte ‘Sadece köşe yazarları değil, büyük patronlar, bazı siyasetçiler, ‘bizi korkuttular’ gibi özrü kabahatinden büyük bir bahaneye sığınmayı yeni döneme ayak uydurmanın yolu olarak pazarlamaya giriştiler. Bu durum, yeni sadakat ilişkileri kurmak adına mevcut iktidarın da işine geliyor’ demiş  bir entellektüel;

Ciddi sayıda okuyucusu bulunan, vicdan sahibi, düşünen, ancak kendi ifadesi ile Kürt illerini düşünürken Türk illerini düşünmemeyi seçmek ile eleştirilen, duruşu itibarıyla tek yerden bakmayı seçmiş bir başka genç yazar...

Ben Başbakan olsaydım, olmaz ya tutki oldu...

...Benim dönemimde;

                Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi gazetecilerin davalarının sürdüğü, Rohat Emekçi gibi yayıncıların bir haber ile hedef gösterildiği ve kolunun kırıldığı, Hilal Kaplan’ın neredeyse münafık - dinsiz itham edildiği, lince hazır goygoycuların olduğu bir ortam varken,

Kraldan çok kralcılar; sansürcülüğüme örnek gösterilecek tutumlar sergileyerek beni ağızlarda sakız ettirirken,

Biz başbakana gül atmayız  dostun gülü yaralar’ diye varlık amaçlarına ters düşüp, beni ve kendilerini komik duruma düşüren ve bunu beni desteklediğini düşünerek yapan bir kısım medya;

 Ve bunun karşısında yılların birikimi ve gücü ile benim ‘onların da başbakanıyım’ dediğim; ama bana hala öteki olarak bakanlar üzerinde etkisi yüksek, bir başka kısım kurt medya varken;

 Bir gazeteye, hepsinin ortak noktası; beni rahatsız etmiş olmak olan bu isimlere kapı açan bir gazeteye; olsam olsam minnettar olurdum.

Bunu, benim gözüme bant çekerek yaptılar diye hiç gocunmaz, sesimi çıkarmayarak ‘görmek istemediklerim’ olduğunu iddia eden bu tanıtımı yanlış çıkarmayı seçerdim.


‘O soğukkanlılık olsaydı, zaten o gazeteciler yerlerinde yazıyor olurdu’ diyenler için;  kraldan çok kralcıların altını bir kere daha çizmekte yarar var. Ancak Başbakan medya patronlarına ‘hala bunları burada tutuyorsunuz’ demiş olmasaydı bu argüman daha anlamlı olurdu o da bir gerçek. Bu sadece başka işler yapan medya patronlarının sorunu olmadığı gibi sadece Başbakanın sorunu da değil.

Ben Başbabakan olsaydım; Birgün’e tazminat davası açmazdım.

Bugün, Birgün; Başbakan’ın gözüne para bandı koymuş. ‘Gözünü para bürüdü’ diyorlar.

Bu yola çıkanlar para için çıkmadı, tazminat davalarını, kayıpları göze almışlardır. Para için satılan gazetecilikten ise tüm imkansızlıklara rağmen inandıkları değerlere sahip çıkanların gazeteciliği, nesnellikten uzaklaşmadıkları sürece daha değerli. Her renge açığız diyen, muhalif bir gazete, kodlarından kaynaklanan hedefleri ne olursa olsun bir başbakanın hedefinde olmamalı.

Sayın başbakan, o yazarlar yazsalar ne olur, size o siyah bantlı fotoğraf ile sansürcü deseler ne olur? O isimler yazılarını yazabildiklerinde, öyle olmadığınız anlaşılır. Ayrıca siyah bantta, kişilik haklarına hakaret değil ince bir espri görüyorum.

Gerçi bu siyah bantlı tanıtımda adı geçen ve ‘yakında gazetemizde’ diye isimleri duyurulan yazarların neredeyse tümü ‘kimsenin gözünde kara bir bant olmayacağız’ çalımı ile bence gayet zekice hazırlanmış o duyuruyu kınayıp; gazeteye verebileceklerini beyan ettikleri destek ifadelerinin yanlış anlaşıldığını açıkladılar....

Birgün; duyurduğu isimler ile devamlı yazı anlaşması yapmadan bu tanıtımı çıkarırken hatalıydı ve özür diledi. Orada bitecek bir konuydu. Hakaret için yargıya gidilmeli ama hakaret var hakaret var...

Şunları eklemeli;
Başbakan 1994'ten beri basın tarafından dayak yiye yiye, basına rağmen bu ülkede %50 oy almış bir iktidarın başbakanı. Basın etiğine aykırı, hakaret içeren haberlerde her zaman hukuki mücadele yolunu seçmiştir. Hep dövüldüğü için bu alışkanlığı anlayabiliriz.

Ve Başbakan'dan, Demirel'in izlediği yol gibi sessiz kalmasını beklememiz için, siyaset yaptığı dönemde Demirel'i de yok etmek, lime lime etmek isteyen bir merkez medyanın  da var olması gerekirdi.

Ancak, artık Ustalık döneminde, merkez medyayı ve her zaman devletin kucağına oturan patronlarını epey bir yola getirmiş ve halkın 3. kere teveccühünü %50 ile gösterdiği bir başbakan olarak, bunlara takılmamasının zamanı gelmiştir diye umuyoruz. Türkiye artık o baronların  döneminde değil diye umuyoruz.

Ancak bir bakıyoruz, Başbakan diyor ki 'derin yapının bittiğini iddia edemem'. Söz bitiyor.

 

Bu blogdaki popüler yayınlar

CIA, TALIBAN, AIRBNB, AFGANISTAN VE TURKIYE

The US' dithering over Gulen's extradition following the July 15